Friday, August 25, 2006

Turkey have never been colonised but still...

I had some very interesting experiences at Akhawayn today. The following conversations and discussions took place during the orientation programme organised for new faculty members.

After the introduction of Akhawayn University's organisational chart, which was presented by a fluent English speaker Moroccan lady(the tallest Moroccon lady I have met so far but don't worry shorter than me or my sister Bilge), the geography and history of Morocco was explained by an American. I would certainly prefer to hear Moroccon history from a local professor and the AUI organisation from an American.


Anyways, the most striking of all was a Moroccan professor who said he was teaching his students to think like an American because "like it or not", he said, "USA is currently the most powerful nation in the world". I should perhaps, explain what this Moroccan professor meant by saying "American way of thinking" a bit more.
According to this professor, this, so-called "American-way-of-thinking" includes students expressing themselves explicitly and clearly. He said the students can not express themselves clearly because of the verbal cultural tradition of Morocco and should be tolerated by the new faculty until they get used to American way of thinking.

I beg your pardon?! I was taught all educated people should express themselves clearly, in writing or in spoken language! If moroccon youth can't, that is not a cultural characteristic of your nation but simply shows that you have uneducated youth. And educated people on this planet are not all from North America, if you don't know it. Rumi said it 1000 years ago, "how much you say is how much your listeners understand. ".

I am really sick of this kind of attitude of intellectual people in developing countries (fewer than past but still there are Turkish who fit into this category), that the only way of salvation of their nation is through adapting the values of the technologically developed culture thus emposing their communities that this culture is the sole creator of civilisation.

Come on man, do it for the sake of your country, do it because your people and youth deserve a better education. You have the greatest country with a rich history, and cultural tradition and heritage that US don't have. Do it in your own way, just do not lose your identity by giving false credits to another culture as if they have invented everything.

Lack of education can not be explained as a cultural difference, this is simply finding an excuse for your incompetencies. An inferior person finds excuses, not an equal partner.

Sunday, August 20, 2006

Danone değil Sütaş

Pekela; iki haftanın sonunda, özlediğim ilk şey Yoğurt oldu. Şu an bir kase yoğurt olsa da yesem modundayım. Ifrane'da da, Fez'deki Carrefour'da da yoğurt satılmıyordu. Satılıyor ama meyveli yoğurt, onu da severim ama yemeğin yanında değil, abur cabur olarak.

6 ayı aşkın süre boyunca Türkiye'de kanatlı hayvan ürünü yemedikten sonra, artık kahvaltılarda yumurta giriyor mideme. Eh, yumurta olunca tavada, lazım yanında maret sucuk. O da yok malesef. Salam var, ama sucukları bir garip, pembemsi bir şey. Yemedim ama pek güzel gözükmüyor, çiğ kıymaya benziyor.

Saturday, August 19, 2006

My first trip to Fez

Katrine, AIS headmistress, woke me up at 5 to 10 am, and asked if I'd fancy going to Fez. A quick a shower, dressing up; and I was ready in 15 minutes. The team were consisted of 5 teachers, four ladies from North America, and me. Mary Ann (from Canada), Jullia, Michelle, Katrine and I got into Katrine's small Fiat Uno, and reached Fez in an hour or so.

I bought a pack of candy on the way to have something in my stomach, since I didn't have time for breakfast. When the lunch time came, we entered a restaurant with a terrace, and I ordered tagine with beef. I was expecting more meat in the dish indeed, but it was full of boiled vegetables, and some meat in it. It was delicious, tough.

We visited a synagogue and the Jewish area of the city with the help of an official guide, to whom we paid 10 Dh per person. The imperial palace, and the narrow streets of Fez were most striking. The shops, and people on these narrow streets reminded me Eminönü area in Istanbul. The streets in Fez are much narrower here, I must say. Then we finished the day by visiting a huge mall out of the city, identical to Carrefour in Turkey, called Marge.

Here, ı want to share two very interesting conversations I had with the teachers in the group:

1) Katrine: Marry Ann says Muslim women do not go to paradise?

S: Of course, they do. (That's rubbish; why would they believe in a religion, which does not accept them in Heaven.. ) Anyone, who believes the God is the one and only One, and Mohammed is one of His prophets goes to paradise; Muslim, Christian or Jewish. (That I was explaining was shahada in its simplest form indeed, proper English translation is as follows: "I bear witness that there is no deity (none truely to be worshipped) but, Allah, and I bear witness that Mohammad is the messenger of Allah")

Katrine: Does even a bad person go paradise?

S: Yes, but the bad person has to visit the place with fire to clean off his sins first. (For some reason, I didn't want to use the word Hell, perhaps because I believe "Hell" is the worst of all places with fire, the ultimate residence of non-belivers).

2) Jullia: Do women in Turkey dress like these (pointing a woman in hijab, covering all her body, including her eyes)?

S: That is very extreme. Women in Turkey generally wear a moderate type of hijab.(I, here pointed a woman with a head scarf).

Julia: Can women in Turkey wear clothes that show their shoulders?

S: There are conservative areas across Anatolia, but in cities, you can see women in mini skirts and in all kinds of clothes.

J: That is like Jewish scarf, showing some part of the hair.

S:Yes, if you say so.

I can't say I was offended with the questions of my colleagues, since amongst my trip mates, only Katrine previously visited Turkey, and indeed her cousin is still teaching in Ankara at Bilkent University.

Thursday, August 17, 2006

Aptallık Ömür Boyu ve Bu Senin 'Şon Sanşın'

Yorumları ile beyinlere kal getiren Deniz Bay-Kal Bey, sanki benim buraya geldiğimi duymuş, 'Fas'a benzeriz' diye uyarmış. İran, Afganistan'a ne oldu, Fas da nereden çıktı?

Baykal uyuşuk beyinlere sesleniyor; korkutma politasına devam ediyor; eh tutarsa. Tutmazsa;

"Türkiye'nin Fas'a benzemesinden endişe duyduğunu ifade eden CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 2007'deki seçimlerinin önemini 'Belki de son şansımız!' sözleriyle vurguluyor".

Bu gerçekten de senin ŞON SANŞIN olacak.

(Sözün sahibi Çizmeci'ye selamlar).

http://www.milliyet.com.tr/2006/08/14/siyaset/asiy.html

Milliyet'ten Taha Akyol, Baykal'ı cevaplıyor; neden Fas'a dönmeyiz (sanki geçmişte Fas gibiydik); ya da benzemeyiz (gelecekte Fas gibi olamayız) ?

"Ülkelerin yaşadıkları tarih, o tarihin oluşturduğu hafıza, kurumlar, tecrübeler, ekonomik yapı, eğitim, sosyal ve kültürel çeşitlilik... Bunlar hiç önemli değil!

...Halbuki hayat bu kadar basit mi? 'Siyaset' toplumları bir kalıptan başka bir kalıba dökebilir mi? Yoksa toplumsal dinamikler siyaseti de mi dönüştürür?Sosyal bilimlerin hayati konuları...Baykal bunlara bakmıyor. Sosyal demokrat Prof. Burhan Şenatalar "Türkiye'yi Fas ya da İran gibi ülkelerle karşılaştırmak yüzeysel bir yaklaşımdır" diyor, Türkiye'de gerçek bir sosyal demokrat partinin olmayışının yarattığı sorunları hatırlatıyor.Liberal Prof. Üstün Ergüder de Baykal'ın sözlerini "çok âfâki" buluyor.

...Fas'ta okuryazarlığı olmayan kadın oranı yüzde 67, Türkiye'de yüzde 23. Bu oran erkekler için Fas'ta yüzde 41, Türkiye'de yüzde 8.Türkiye, ekonomik gelişme düzeyi ve piyasa ekonomisi sayesinde, dış ticaret, turizm ve sermaye hareketleri toplamı olarak, dünya ile yılda yaklaşık 250 milyar dolarlık iş hacmine sahiptir, 'dünyalı' bir ülkedir! Güçlü bir orta sınıf gelişmektedir.Bu sosyolojik yapı elbette zihinleri ve duyguları etkiliyor, liberal değerler gelişiyor. Onun için Türkiye'de dindar çevrelerin de İslam anlayışı yeni yorumlara yöneliktir.Bu değişim dinamikleri sebebiyledir ki, ne inançlar ne de resmi ideoloji anlamında Türkiye artık "tek fikirli" olamaz, olmayacaktır.Fas'ta ise milli gelir Türkiye'nin beşte biri kadar olduğuna göre, diğer ölçekleri de aynı oranda düşünebiliriz. Evet, Fas'ta çok sayıda parti var ama hükümeti onlar kurmuyor! Mahalli yöneticileri seçme yetkisini yeni elde ettiler.Birçok Afrika ve Ortadoğu ülkesinde, sosyolojik dinamiklerin zayıflığı yüzünden hâlâ aşiret yapısının izleri güçlüdür, demokrasi tecrübesi ve kanunların modernliği bizim İkinci Meşrutiyet dönemi aşamasındadır; bunu iktisat tarihçisi Charles Issawi de belirtir.Türkiye'de "çok yüzeysel" benzetmelerle irtica korkutmaları yapmak artık çok eskimiş bir taktiktir. "

http://www.milliyet.com.tr/2006/08/17/yazar/akyol.html

Birileri bu siteyi gerçekten okuyor.

Gerçekten ilginç; sanki birileri beni okumakla kalmıyor, yazdıklarıma göre hareket ediyor. Geçen hafta Boğaziçi ile Akhawayn arasında en önemli farktan bahsederken, Akhawayn'de kampüsün merkezinde bir camii olmasını, bunun Boğaziçi'nde tarihi sebepler dolayısyla düşünülemez olduğunu söylemiştim; yanılmışım efendim. Son gelen bir habere göre Boğaziçi'nde bu bile tartışılabilirmiş.

http://arsiv.sabah.com.tr/2006/08/17/gnd114.html

Boğaziçi University Reunion Association, kısa adıyla BURA, yıllardır tek mezunlar derneği olarak Boğaziçi geleneğinde saygın bir yere sahip BÜMED'e rakip olarak kurulmuş, nispeten dindar mezunların destekledikleri bir alternatif mezunlar derneği imiş. Sabah'ta çıkan habere göre, Güney kampüse bir cami yapılmasını arzu ediyorlarmış. Güney kampüs'e ek bina inşa etmek yasak (sit alanı) olmasına rağmen, Üstün Ergüder zamanında bir medya merkezi inşaatı yapılmıştı, dolayısıyla cami yapılmaması için böyle bir bahane kullanılamaz. Ancak Robert Kolej geleneğinin bunu kolaylıkla kabul etmeyeceği açık. Ayrıca iki kampüs arasındaki cami oldukça işlevsel ve yeterli. BURA'nın, mezunların ve öğrencilerin başka ihtiyaçları ve hassasiyetleri üzerine yoğunlaşmasını dilerdim, sansasyonel şekilde "hadi cami yapalım" diye ortaya çıkmaları ancak medyatik bir gösteri gibi görünüyor.


Dip Not: BURA, Sabah'taki haberi tekzip etmiş, tekzip metninin tamamı aşağıdaki adreste, ben haberi yorumladığım için notumu silmiyorum. Ancak tekzip metninin Sabah'ta yayınlanması uzuuuuuuun süre alabilir. BURA Türkiye.
http://www.bura.org.tr/haberler/haberoku.asp?hid=457

Friday, August 11, 2006

Aklımı tutamadım kafatasımda, uçtu uçtu...


"İNGİLİZ KRALİYET AİLESİNDE BİLE
BAYHAN KADAR ASİL BİR İNSAN YOKTUR.
O VAKUR BAKIŞLAR, YÜRÜYÜŞÜNDEKİ KENDİNDEN EMİN İFADE BAŞKA KİMSEDE YOK"
Hıncal Uluç yurtdışına gitmiş, Çin'de insanlar Türk olduğunu öğrenince, Sas, (Hasan Şaş), ya da Hakan Sukur diye seslenmişler. Hmmm; Fas'ta kimse Türk futbolu hakkında bir şey bilmiyor. Hasan ya da Hakan'ı tanıyan birileriyle de tanışmadım, ama bir küçük bir telefon dükkanında Bayhan'ın posterini gördüm. Poster deyince boydan boya bir şey sanmayın, sakızlardan çıkan küçük kağıtlardan, ama olsun Fas'ta gördüğüm ilk ünlü Bayhan oldu. Kendisini şöhretinin buralara kadar ulaşması dolayısıyla kutlarım.

Thursday, August 10, 2006

Al Akhawayn versus Bogazici

Al Akhawayn is a Moroccan university following an American curriculum with English medium of instruction . This is one of the many common points between Al Akhawayn and Boğazici University, however, the most significant difference I could see from my first visit was the role of religion in the university campus. Believe it or not, there is a mosque at the very centre of the university, which of course does not mean all young moroccons pray five times a day, or does not mean they go to mosque with the company of their professors. The important thing, however is that the call to pray is sang 5 times a day at the university campus, which reminds young Moroccans that this is a Moroccan university and they should not ignore their Moroccan roots. This would be unacceptable for Bogazici, considering Cyrus Hamlin, the founder of Robert College was indeed a congregational missionary. RedOne says Akhawayn respects all religions, and there are reserved areas for Christian and Jewish students as well, so they can follow their religious practises. In Boğazici, we respect religions, different customs and beliefs too, but as a Turkish way of doing things, we keep our respect by leaving all religious beliefs and political issues off the campus.
Which one is a better practise do you think?


Well, Al Akhawayn is only 10 years old, and much modern than Boğazici with respect to its facilities, whereas Boğazici with its Robert College tradition is 143 years old and its campus has a historical value. I can easily say, considering its past, Boğazici is more American than Al Akhawayn. However, American influence seems to be stronger at Al Akhawayn today. I think Boğazici has completed its transition of becoming a Turkish University. Turkish became dominant as the official language over English in administration recently, and even the front page of its website is now in Turkish after so many years of welcoming in English .

One other difference is that students are not allowed here to chill out on the grass, I will miss that.

Wednesday, August 09, 2006

Was that a sign? Go RAJA GO.

Back in Istanbul, I was thinking which team I should support in Morocco. I found them doing pre-season training at the field of Akhawayn University. Well, this is Raja, and like it or not I will talk more about them in my later posts.

Raja is a football club from Casablanca. The word itself means "Hope". As RedOne says they are the best. They dominated the national league from 1996 to 2001, that is for 6 consecutive years they were at the top of the league table. Last year they finished the league at 4th position. I am sure they will do much better, after this recent addition to their fans.

Yes, I know it is not Black and White, but Green and White, reminds me Bursaspor. BJK still holds its untouchable and uncomparable place in my heart.

Unfortunately their website has no English translation, and the coach is from France, naturally...

Tuesday, August 08, 2006

Cümle mi, Sözcük mü?

Essalamün aleyküm, bizim unuttuğumuz ama Fas'ta çok geçerli bir kalıp; kısaca Salam derseniz herkes anlıyor.

Kelime dağarcığımı özetlersek,

şehir merkezi = centre ville
banka = baenka
şehir = medina
merhaba = labas
hadi yapalım, gidelim = yallah
maden suyu = elma madeni
çay = atiy
müslüman = mislim
tamam = vakha
kalem = kalem
lütfen = aefak
tuz = milha
şeker = sukker
teşekkürler = şükran
market = marşi ya da süuk
... nerede = fin keyn ...
adım ... = ismi ...
ben ... = ana ...
kola = kola

Sözcükler neler yaşadığımı anlatıyor aslında değil mi? Cümlelere ne gerek var? Önce bankaya gidip para bozdurduğum, oradan yemek yerken tuz istediğim, yanında kola içtiğim, naneli çayı denediğim vs...

Bu arada şunu anladım Fas'ta en geçerli dil Fransızca, Arapça sonra Türkçe...Mesela, bir dükkana girdim, ve bir denemek için kalem dedim, adam tükenmez kalem verdi, şeker dedim toz şeker uzattı, petit dedim, küp şeker aldım...deneye deneye öğreniyorum, oldukça zevkli bi iş...:)

Yukarıda içi kıyma, soğan dolu dürüm, patates kıartması ile birlikte bir kola içtim, ki normalde RedOne beni oraya götürmese asla girmezdim - salaş sözcüğünün hakkını veren bir yer; toplam 18 dirhem ödedim. 3 lira diyebiliriz. Türkiye'den pahalı aldığım tek şey, sigara. 32 dirhem bir paket marlboro lights, 5.5 lira. Ama sigarayı bırakacağıma göre bir sorun yok, hehe...

Ifrane-okul/ev-üniversite

Yaşadığım yer şehrin 3 km. dışında Meknes yolu üzerinde üniversite kampüsünün dışında bir komplex içinde. Ifrane School, diğer bir ifadeyle çalışacağım okul aşağıdaki ikametgahların hemen sağ tarafında, benim apartman ise en solda 3. kat, yani göğe en yakın yerde...

Nereden buldum hatırlamıyorum, şehrin planını bulmuştum. Batı yolu Meknes (ifrane school ve benim mekan), kuzey ise Fez (üniversite) 'e çıkıyor. Üniversite ile benim yaşadığım-çalışacağım yer arasında Ifrane şehri yer alıyor.

Sıkıntı şurada ortaya çıkıyor ki; bir ekmek almak için 15 dakika tempolu yürüyerek marşi'ye gitmek gerekiyor. Shuttle var ama üniversite daha başlamadığı için düzensiz çalışıyor, ayrıca petit taxi'ler de pek ortalarda gözükmüyor. 10 dirhem (1.3 YTL) ücreti var bu küçük taksilerin. Taksimetre mi diye sordunuz, o da ne ola?

Sunday, August 06, 2006

18 saat sonra

İstanbul Yeşilköy Havalanı'na 32kg ve 23 kg. iki büyük bavul, backpack'im ve laptop'umla girdiğimde içimdeki kötü ses cebimden geliyormuş. 30kg.'lık limitin üzerindeki her kg. için 12€ ödemem gerektiğini bilemezdim çünkü tüm şirinliğimi kullanıp görevliyi ikna etmeyi başarırım diye düşünüyordum. Internet sitesinde 6€ olan her ek kg başı ücret 12€ 'mış aslında ve daha da kötüsü görevli kişi bir erkek çıktı, yani şirinlik pek bir işe yaramadı. 15kg. 'a anlaştık ancak yine de sonuç olarak 200€ sadece bagaj için cebimi dönmemek üzere terketti.

Uçak'ta çıkış kapısının yanındaki sıraya oturarak koltuğumu arkaya yatıramayacağımı ancak Yunanistan üzerinde öğrendim, o zamana kadar koltuğun ellemediğim, kurcalamadığım yeri kalmamıştı halbuki. Tek tesellim cam kenarına oturmak olduğunu düşünüyordum ki, yolculuğun 2. saatinde bacaklarımın kafama kadar yaklaşması bir başka acı verici tecrübe oldu. Neyse dedik, sabır edelim. Yanıma Lübnan'daki savaştan kaçan birinin oturmasıyla sabr sözcüğü bir başka anlam kazandı. Kendisi Gine'de çalışan bu 45 yaşındaki amca, ailesini arkasında bırakarak Lübnan'ı terkediyordu. Eh, Lübnan'dan Gine'ye direkt uçuş mu yoktu, vardı da, havaalanı yoktu artık, dedi kendisi...

Uçakta Tekfen için Fas'ta inşaat yapan bir Türk ile; Benin'e okul açmaya giden iki Türk ve ailesiyle tanıştım. Kazakistan'da 10 sene kaldıktan sonra Benin'e Fas üzerinden aktarmalı gideceklerdi bu hayran olmamanın mümkün olmadığı iki Türk. Benin nerede mi? Bilmiyorum, ama Afrika'nın batı çıkıntısındaymış. Eh, sizi ziyarete gelirim dedim ki, meğer Fas'tan 8 saat daha güneydeymiş, şimdilik kalsın o zaman. Siz bana dua edin en iyisi deyip pilot'un arapça-fransıca-ingilizce anonsunun ancak son kısmını anladığım için sıkışık koltuğuma herkesten geç döndüm.

Endişe ediyorum, çünkü uçak bir saat rötar yaptı, ancak elinde "al-akhawayn University" kartıyla beni bekleyen isminin Muhammed olduğunu öğrendiğim chauffer'imi görünce rahatladım. Eh, arkadaş malesef ingilizce bilmiyordu, ve 3.5 saat yol boyunca beden dilinin ne kadar işe yaradığını keşfettim. Beden dilinde "kaç yaşındasın" nasıl denir (gösterilir) bunu bile becerdim.

Salon'un fotoğrafı yukarıda, ek olarak iki tek kişilik yatağın birleştirilmesiyle oluşturulmuş double yatağım, ve bir tuvalet-banyom var. Gördüğünüz üzere mutfak salonda...Sıcak suyum var, hatta ve hatta merkezi ısıtma bile var, ve Redouane (apartman yöneticisi - benim yaşlarımda ve ingilizcesi çok iyi) 'ın dediğine göre kışları yeterli oluyormuş, pencereler en dışarıda bir tahta kapımsı, ortada bir kaymalı cam, ve en içeride bir başka cam ile üç şekilde korunuyor. temiz hava almak için camları açmak zahmetli görünüyor ama aynı zamanda soğuğa karşı oldukça iyi düşünülmüş gibi duruyor. Bakacağız, daha 3 ay var karlı günlere...

Bilge gerçekten dediğin gibi çıktı; bana bırakılan paketin içinden çıkan sabun, kalıp haline getirilmiş arap sabunuydu... :)

Sırada ilk alışveriş maceralarım gelecek, bir iki saat sonra yazarım.

Friday, August 04, 2006

18 saat kala...

Son 25 gun kadar yoğun başka bir devre olmadı hayatımda. Üç hafta boyunca, iki gun hariç bir seferde üç saatten fazla uyumadım, ortalama uyku surem gun basina 5 sati gecmedi. Master tezim yine de bitmedi...Buyuk hayal karaklığı...Bloody Hell...

Fas'a gidişime 18 saat kala, ilk günlerimi gezerek değil de tez proofreading'yle geçireceğime inanamıyorum.

Arabamın satışı, taşınma ayrı dertler olarak sabır ölçeğimi yukarılara çeken olaylar oldu, ama Allah'a şükür dayanıklılık konusunda ilk dakikadan gol yemedim. Yarın havaalanında ne olacak bilmiyorum. Göz lenslerimin bir metre uzaklıktan enini tamamen göremedikleri büyüklükte iki bavul, backpack (50lt.), laptop, fotograf makinesi...

Akhawayn'den geliş saatimi öğrenmek için email atan müdür sekreterinden başka haber çıkmadı, ve ben Kazablanka havaalınında "Fransız I - Havaalanında nasıl kayıp olunmaz"?, başlıklı dersi almaya hazırlanabilirim, What a lovely day to learn French....

Yarin akşam lojmanıma yerleştiğimde beni beklemesini istediğim tek şey INTERNET, sıcak duşta fena olmaz yani, ama lütfen elektrikler olsun, ve evin üstü kapalı olsun. :) beklentilerimi ancak bu kadar düşürebilirim, bunlar olmazsa Ekim'de TR'de görüşeceğiz demektir. Şimdilik that's all yane, Hoşçakal Türkiye...