Monday, December 25, 2006

Ara Tatil bir hafta neredeydim?

Önce Meknes'e gidip arabanın bakımını yaptırdım; yağ falan değiştirdiler ve ben güvenle yola çıktım. Marakesh'e vardığımda 6 saat araba sürmenin yorgunluğu ile arabayı bir park'a bırakıp Hotel Ali'yi aramaya koyuldum. Bu arada sürekli kaybolmaktan ve yolları karıştırmaktan gına geldiğini söylemeliyim. Neyse, bulduk oteli, kitapta 50-60 dirhem denilen otelin en dandik odasına 160 dirhem verdim. Bu rehber kitaplar ciddi şekilde bağımlılık yapıyor, orada yazan herşey kutsalmış gibi başka alternatiflere bakmaya korkuyorsunuz. Çünkü ne olabileceğini bilmiyorsunuz. Ben de bu haldeydim ki bir muzeyi gezerken kitabımı çaldırdım. Kitabımı demem anlış aslında, çünkü Julia'dan ödünç aldığım kitaptı. Kendisi şu an İspanya'da olduğu için iki rehber kitabını da aldım, ancak birini kaybettim. Eh hatırlarsanız, benim LP kitabım zaten Ifrane'da kaybolmuştu. Dolayısıyla yine Julia'nın Rough Guide kitabıyla gezinin geri kalanını idare etmek zorunda kaldım. Dolayısıyla içerisindeki hiç bir bilgiyi sorgulama şansım kalmadığ için RG bir çeşit sorgulanamaz kutsal kitaba dönüştü benim için.

Marakesh'te bir gece kaldım, bizim Eminönü meydanını aratmayan Jemma Fna'da dolaştım. Yılan oynatıcılar, hikaye anlatıcılar, çevrelerinde bir çember etrafında 30-40 kişilik kalabalıklar, ve akşam olunca birden ortaya çıkan yemek sofraları. Bunların hiçbiri turistler için değil, adamlar bundan para kazanıyor. Buraya çöl'de deveye binmek için gelmiştim ancak iyi bir gezinin en az 6 gün süreceğimi söylediler, ve ben bunu başka bir zamana bıraktım. Müzede iki Türk'le karşılaştığımı sanıyorum, çünkü benden fotoğraflarını çekmemi istediklerinde İngilizce konuştuk, eh ben de tam emin olamadım, sonradan da foto çekmekle meşgul olunca konuşmadan ayrıldım oradan. Olası bir konuşma şu şekilde gerçekleşebilirdi.

-Aaa, sen Türk müsün?

- (Allah'a şükür, elhamdülillah nasıl bir cevap olurdu diye düşünerek, sadece) evet.

- (arkadaşına dönerek) Ne ilginç değil mi? Dünyanın bir ucunda bir başka Türk'le karşılaştık.

- (Eh şimdi de aklıma Acun Firar'da geliyor) Yaa, öyle. dünya küçük.

- Ee, nasıl buldun Fas'ı?

- Ben burada yaşıyorum. (çok yanlış, çoook)

Bundan sonramuhabbet benim burada öğretmen olmamla devam edecek, Amerikan okulu'nda nasıl iş bulduğum kafaları karıştıracak, manyaklığım ortaya çıkacak, bu turist kafalılar neden buralara geldiğimi anlamayan garip ifadelerle beni sıkcaklar da sıkacaklar...

En iyisi hiç konuşmamak, sizce de doğru karar değil mi?

Her neyse, sonra casa'ya dönüp, Siham'la öğle yemeği yedik, veee arabanın camı düştü. Eh, hemen bir tamirci aradık, bulduk, ve ben aynı gün Tanja'ya doğru gitme niyetiyle otobanı aramaya başladım. Tabii ki vazcayarak, kendimi daha da güneyde Al jadida'da buldum. Bu sefer güzel bir otel'de kalmak istiyordum, ve Accor'da iki gece kaldım, sakin deniz havası ve taze balık ziyafeti iyi geldi. Eh, ve sıcak duş. Bir önceki gün casa'da soğuk suyla kafamı yıkadıktan sonra, 24 saat sıcak suya erişmek bana 850 dirhem'e mal oldu. SOnra da Ifrane'a geri döndüm. Hediye bulamadım, inşallah bir kez daha casa'ya giderken yolda alacağım, hala promosyonu bekliyorum. Şu an 400€'ya yakın fiyatlar istanbul'a. 150€ dediler oluyor kurban öncesi, hala bekliyorum.

Sunday, December 17, 2006

tatil plani

Salı Günü Meknes'e gidip, Maha'nın ailesiyle buluşacağım. Hem bayram ziyareti, hem de Mustafa Bey bana Cillabe alma konusunda yardim edeceğini söylemişti; hediyelerinizi almam gerekiyor. Herkese bir cillabe söz veremiyorum, ancak herkese bir şey getirmeye çalışacağım. Bir hafta boyunca yollarda ne görürsem, ne beğenirsem. Artık şansınıza ne çıkacak bakalım.

Sunday, December 10, 2006

chefchaun - Lies II and some facts as well


Chefchaun is famous with its Hashish, that is how it is said to make you feel. Flying over the clouds.

Even the rock formations cannot stand straight in this town.


For the last two weeks, I tried to upload chefchaun video for you to see everything, however Internet was unreliable and inconsistent. One second, I was measuring it over 500Kb/sec, the next one it is gone. I finally managed it, and here is Chefchaun:





Today, or maybe last night, the first snow of the season fell In Ifrane. All my shutters are closed, I usually see no daylight in my apartment. So I decided to spend the weekend home doing some reading for my article which I plan to present at NSTA Annual Conference in St. Louis.

There is only one more week to go for holiday, I will be having the car for the first week before I depart for Istanbul for another week or two. Keep in touch, I will post more often, I promise.

Tuesday, November 07, 2006

Sencer'in Fas Yalanları

***
Dikili Taş
***
Kocaman sıradan bir kayalıktı, boyamak hayli zamanımı aldı. Boyaların taşınması, fırçaların bulunması Fas'ta kolay işler değil. Çok pahalı olduğunu söyleyemem, ancak göründüğünden çok daha zahmetli bir işti. Üç gün sonunda bitirdiğimde benim de bu dünyada dikili bir taşım oldu diye düşünüyordum. Bir hafta sonunda fotoğrafa tekrar bakınca ne kadar yanıldığımı anladım.

"Gurur" ne kadar geçerli bir kavram bilemiyorum, yani "bu mudur?" dediğinizi duyar gibiyim. Ama o benim dikili olmasa da yatan mavi taşım. O benim yere serdiğim değil, ama yattığı yerde bir mana kazanmasına sebep olduğum kayalık.
Mezar taşları dikiliyken, dibinde ölüler yatar. Bu durumda, fotoğraftan anlaşılan, yatan taşın başında dikilen ben olduğuma göre; o ben ki mezarın başında yüzünde garip bir gülümsemeyle sırıtıyorum, bu durumda mezar taşı ve ölü rolleri değiştirmiş oluyor. Fotoğraf karesinde yaşamadığıma göre bu yargmda kusur yok.

Miloş savaş sonrası yerde yatarken, Sultan Murat yere serdiği, ölümüne mana kattığı bu Sırp Komutan'ın başında benzer bir gururla dikiliyordu. Muhtemel ki yüzünde benzer bir gülümse vardı bundan 550 yıl önce. Sonra ne olduysa oldu; ölü sanılan dirildi, ayağa kalktı, hançerini çıkardı ve güzelim mezar taşını devirdi.

Ben ise hala dikili taşımın beni devirmek için yapacağı hamleye hazırlanıyorum. Sultan Murat'ın hikayesi daha tedbirli olmamı öğütlüyor; tetikteyim, bekliyorum.
Ölürsün... Kapanır yollar geriye;
Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.
Varılmaz hayale işaret diye
Toprağında bir taş olur, beklerim...

Tuesday, October 31, 2006

انا أدرس العربية

اذهب اغادير خلال عيد

رأيت العديد من الاماكن فى جنوب المغرب

انا أدرس العربية

انا اتكلم الآن العربية

Wednesday, October 18, 2006

After all

Well, well, well. How or where should I start from? For the last month, I was not able to logon to my blog, either because of problems within blogger or what I am suspicious is the censorship of the Moroccan Government. My rationale is that my sister in Istanbul was able to surf over my old stuff. What happened during this long time, I've visited Fez once again, missed three chances to go Casa, and worked hard on develoing the MYP programme of Ifrane School.
I will write more soon while you enjoy my Fez video number 2. Cheers,
Sencer


Sunday, September 24, 2006

Meknes gezisi

Nadya Hanım'ın, beni karşılarken "Glü Glü", ve hemen akabinde "Allahısmarladık" demesi oldukça komikti. Annesinden bazı kelimeler hatırlıyor olmalı, "ooo, ben gideyim o zaman" deyip ayaklanınca, yanlışının farkına vardı. Anne tarafından dedesi Adana'lı bir Türk, ve en son 1975'te, karayoluyla Avrupa üzerinden Lübnan' giderken Türkiye'ye uğrarlarmış. Bu hanımefendi, geçen ay ilk tanışmamızda benim Türk yoğurdu özlediğimi öğrenmiş, Maha vasıtasıyla bana kendi mayaladığı yoğurdu göndermiş idi. Bugün yemekte bol bol yoğurt yedim. Ayrıca lavaş, ve peynir ikram ettiler, ve ertesi sabah kahvaltıda da pastırma. Bunların hepsini Türk yemeği olarak biliyorlar, ve ben bir şekilde onur konuğu gibi ağırlanmaktan oldukça mutlu oldum.

Edebiyat derslerinde, "efilatün, efilatün, failün" ne işimize yarayacak deyip sızlanmış olan arkadaşlarıma iletirim ki, Mustafa Bey'le şiirin matematikselliği üzerine konuşurken benim ağzımdan efilatün'ü duyunca, "extraordiner, extraordinar" deyişi oldukça ilginçti.
Arapça konuşulurken araya girip, "bunu da biliyorum, bunu biz de kullanıyoruz" demekten ben bile bir müddet sonra sıkıldım. En bariz farklardan biri, 'ramazan=ramadan' şeklinde formüle edebileceğim biz Türklerin arapça "dad" harfini "zad" olarak duymamız. Bunun dışında o kadar çok sözcük var ki ortak. Tabii benim biraz eski dile aşinalığımın da bunda etkisi var, yoksa benim yerimde 29 yaşında başka bir Türk olsa bu kadar çok ortak kelime yakalayamayabilirdi diye düşünüyorum. Mesela bugün Emin Çölaşan'ın yazısında Fatih Sultan Mehmet'ten alıntı yaparken
"Ben ki İstanbul Fatihi abd-i aciz (aciz kul) Fatih Sultan Mehmed, bizatihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle (paralarımla) satun alduğum 136 bab (kapı-adet) dükkánımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde (doğrultusunda) vakfı sahih eylerim... (Vakıf kurduğunu bildiriyor.)Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim (yaptırdığım) imarethanede (yoksullara ücretsiz yemek dağıtılan yerde) şehitlerin harimleri (karıları) ve İstanbul fukarası yemek yiyeler"
cümlesinde ne kadar da çok açıklama yapmak zorunda kalıyor. Sizce de bu işte bir terslik yok mu?
Abdurrahman Bey'in rehberliğinde, Meknes şehrini gezdik. Önce yeraltına inip, Fas emiri Ismail tarafından esir alınan kölelerin hapsedildiği tüm Meknes kentinin altından geçen 8 km uzunluğunda olan zindanları gezdik. Sonra, Royal Golf Klübünde şimdi ki kral 6. Mohammed'in golf oynadığı yeri gördük. En son olarak da camii'leri gördük.
Camii girişlerinde bize gıpta ile bakan turistleri görmeliydiniz. Grupta tek müslüman olmayan Julia idi, hatırlanırsa Julia Yahudi, ancak onun da camiiye girişine izin verdiler. Tabii tüm bunlar Abdurrahman ve Mustafa Beyler sayesinde, onlar olmasaydı biz golf klubunu göremez, Julia'da kapida Japon olurdu.

Gece ayrılmadan önce güzel bir yemek daha yedik. Ifrane'a gece 1'de vardığımda midemi zor taşıyordum. Sahur'a kalkmanın bir manası yok, bu şekilde bir hafta idare edebilirim. Şimdi gidiyorum çünkü Nadya bana peynir ve bir iki şey daha verdi ki, onları bitirmem gerekiyor.
Ramazan Kebir, Ramazan Mubarek.

Maha ve ailesi

Maha, bizim okulda Fransızca öğretmeni olarak görev yapıyor. Haftasonu bizi Meknes'te ailesinin evine davet etti. Maha'nın ailesi aslen Lübnan'lı, ancak 4 çocukları da Fas'ta doğmuş.

Ben, Sami, ve Julia, hep beraber Cuma akşamı yola çıktık. Grand taksi ile 1 saat süren yol sonunda Nadya Hanım ve Mustafa Bey'lerin evine ulaştık. Maha'yı tanıdığımız için önceden hazırlıklıydık ve hiçbirimiz yemek yememiştik.

Mustafa Bey ve eşi Nadya Hanım emekli matematik profesörleri, ve salonu kitaplarla ve tablolarla dolu küçük bir evde yaşıyorlar. Julia yol boyunca Sami'yle tazelediği Arapça'sını konuştururken, zaten akıcı olan Fransızca sayesinde oldukça rahat iletişim kurdu. Sami ise Arapça konuşuyordu, eh ben tercümelerle idare etmeye çalıştım. Hatta, Mustafa Bey,
- "eh sen şimdi ben Türküm, Türkçe'den başka dil öğrenmem dersin" diye takılırken, Julia'ya tüm Arapların uzun bir süre Türkler tarafından yönetildiğini açıkladı. Arapça kursuna başladığımı açıkladım, ve Arapça öğrenme isteğimi kibralıktan değil samimi olarak ifade ettim. Ancak bilinçaltımda, ve hatta belki yüzyıllardır çoğu Türk'ün bilinçaltında Mustafa Bey'in ifade ettiği düşüncenin var olduğunu itiraf etmeliyim. Osmanlı Imparatorluğu zamanında tüm tercümeleri ermeniler va yahudiler yapardı, Türkler dil öğrenme konusunda oldukça isteksizdiler ve bu nedenle de biraz beceriksiz ve tembel. Belki bir gün tüm dünya Türkçe konuşursa bu eksiğimiz de giderilir.


Mustafa Bey'le El Kharizmi, ve müslüman matematikçiler üzerine konuştuk, bana tercüme ettiği kitapları gösterdi, etkilenmemek mümkün değildi. Mustafa Bey'in bazen çatpat İngilizcesi ile, bazen Sami'nin Arapça tercümesi ile, bazen de Julia ile Fransızca konuşarak oldukça güzel devam eden sohbet, Mustafa Bey'in davet ettiği udî arkadaşının nameleri ile şenlendi. Eh, amerikan müziği çalacak değillerdi tabii. Salolsunlar!, Üsküdar'a gider iken'i duyduğumda çoktan kanatlamıştım. Sonrasında yine Tanburi Cemil Bey'den güzel şarkılar çaldılar. Türki, "Cemil Beg" diyorlardı. Mustafa Bey, udi arkadaşını, "Allah", "Ahsen", "Bravo" diyerek takdir ederken oldukça eğleniyor görünüyordu. devam edecek...

Thursday, September 21, 2006

21 Eylül Dünya Barış Günü

"Dünya Barış Günü" genellikle ya misyonerler ya da teröristler tarafından istismar ediliyor izlenimini edinen arkadaşlara bildiririm ki, Fas diyarlarında bir ilki gerçekleştirerek bu işe önayak olmanın mutluluğunu yaşamaktayım. Oldukça güzel geçen günün ardından çocuklar hazırladıkları posterlerde sadece Ingilizce, Arapça ya da Fransızca değil, "Dünyada Barış Daim Olsun" diye yazmayı Türkçe, Boşnakça, ve Azeri dillerinde de öğrendiler. Oldukça keyifli bir gündü. Herkese tavsiye ederim. Ramazan'ın bereketi kendini erkenden hissettirmeye başladı.

Saturday, September 16, 2006

McDonald's in Fes


I am not saying I didn't like tagine, or couscus, but my "best customer of the year award" in Istanbul proves that I have something special towards Big Mac. My feelings are hard to define; Oh that smell, and taste. hehe, Well, I decided to act like a dandy tourist at last, and today visited McDonald's in Fez. It was a lovely day, and the first time I met Siham after I arrived Morocco. This girl is a fine example of the geneoristy of Moroccan culture, can you believe she bought me a sim card and provided me a telephone? I was speechless.

The best birthday gift ever

When I said, MEFIS was different, I never thought something like this would happen. These beautiful guys at MEFIS didn't forget my birthday and sent me this photo. I do not know any moment in my life that my heart was filled with so much love and happiness. Thank you; Defne, Lysha, Yannick, Amuktha, Selin, Mr. Ozan, (my oooold friend Ibrahim), and Aeri. You were the best students I taught.

Monday, September 11, 2006

hand in hand

"Hand in Hand Video" is an effort to support the on-going fundraising activities in the AUI campus for the benefit of disadvantaged people and their children who live in terrible conditions in a little area close to Ifrane. Photos and video are my original work, please send me email if you'd like to have the original photos, or the presentation. (15MB)

Sunday, September 03, 2006

Sencer in Arabic

This is how my name is written in Arabic. SENCER.

Friday, September 01, 2006

Khalid Bennani and Arabic Jazz

AUI organises social events everyday after 9 pm. and announces the activities on its website. That's how I learnt about Chaabi Night and Khalid Bennani. I went to the concert with Julia, who had been suffering from severe stomach ache and seemed to not having fun from the show as she was supposed to. Some student I met before the concert said that Bennani is the second best musician of Morocco. I was also informed that he is known as the wedding musician. After listening this fancy Arabic music, I regret not to have asked the number one Arabic musician in Morocco. It was good, and I enjoyed myself. It was a fusion of Arabesque and Jazz in general, heavy and repetitive rhythms and of course the cıs-tak notes produced by a keyboard. Absolutely much better than Turkish arabesque what I used to name it minibus music back in Turkey.. Here is a photo of the beautiful ceiling of the central auditorium. Tens of students dancing in the aisles of auditorium didn't help me photograph the floors.


ASI'ten ilk izlenimler

Gördüğünüz gibi yeni okulumdaki öğrencilerim Irmak'taki eski öğrencilerime çok benziyor. Ten renkleri ne çok koyu ne çok açık. Çoğunlukla esmerler, Türklere çok benziyorlar. Çoğunlukla iyi huylular, ve kolay öğreniyorlar. Saygıları iyi, ve ilk izlenim olarak karşılıklı bir etkilenme hissediliyor. Geçen senelerde öğretmenlerinden memnun olmadıkları için, MEFIS'teki havaya benzer bir hava sezdim, ve iyi bir öğretmeni kaybetmek istemiyorlar, çünü geçen sene matematik dersine 3 faklı öğretmen girmiş, ve bu sene hiçbiri okulda görev yapmıyor. Eh, doğal olarak matematik düzeylerinin çok parlak olmadığını söyleyebilirim. İlk hafta genel olarak iyi başladı, disiplin ve organize olma konusunda bu sene daha kararlı ve tavizsiz olma yolunda emin adımlarla ilerliyorum. Tenefüsler 2 dk. olunca mutlaka derse geç kalıyorlar, mesela bugün 15 sn. geç kaldıkları için baya bir sert çıktım. Öğretmeniniz geç bırakıyorsa, "Mr. Sench bizi sınıfa almıyor", diye belirtin dedim. hehe..
Güzel bir başka olay, evden printer'a bağlantı kurdum, ip adresi ile, evden çıkmadan print'e dosya gönderebiliyorum. Ancak, fotokopi makinesi çok yavaş çalışıyor, ve ciddi zaman kaybına sebep oluyor. Ayrıca Katrine'i ikna edip okuldaki tek bilgisayar projektörünü sahiplendim.
Fen dersi 6. sınıflarda çok güzel geçti. Holt- Life Science adlı kitaptan iki tane var, prentice Hall'un kitaplarını çocuklara dağıttım, elimdeki Holt'un kaynaklarıyla dersi yuvarlak masa tartışması şeklinde işledim, çünkü 6.sınıflarda sadece 5 öğrencim var.
7-8'ler karma beraber aynı sınıftalar ve Fen kitapları Earth Science-PH 1995 baskısı mevcut. Kitaplar iyi durumda ama, benim Serkan sayesinde Amerika'dan getirttiğim aynı kitabın CD'si 2006 baskısına göre, ve kitapların kapakları dışında hiçbir ortak yönü yok. Dolayısıyla Earth Science çok zorluyor, çünkü oturup çalışmam gerekiyor. Eh, sadece konuyu değil, tüm sözcüklerin telafuzlarını da öğrenmem gerekiyor, çünkü terminolojiye alışkın değilim.
Şu an için tek sorun, maaş çekimin pazartesi verilecek olması ve bugün herkesin uçuş ödeneği çek olarak ödenmesine rağmen benimki daha imzalanmadığı için eli boş döndüm. Bu sorun, bizim okuldaki tüm öğretmenlerin sorunu oldu, çünkü bugün iki öğretmenle birlikte üniversiteye gidip maaş çeklerinin akıbetini sorduğumuzda, üniversite hocalarının uçuş ödeneklerinin ödendiğini bizimkilerin pazartesi ödeneceğini söylediler. Sonra biraz daha araştırdıktan sonra benimki hariç benimle birlikte gelen diğer iki hocanınki de bulundu. Ama saat 5pm idi ve bankalar kapalı olduğu için çeki bozduramayıp, son kalan 20 dirhemleriyle haftasonunu geçirmek zorunda kalacaklar. Benim 1800 dirhem'mimin daha olduğunu söylemedim tabii, kendilerini acındırmak için yapıyor da olabilirler, çünkü birlikte gittiğim bu iki amerikalı hocanın ikisi de yahudi idi.


Öğretmenlerden bazıları gerçekten çok kalifiye, özellikle fen-matematikçiler. Kanadalı fen-matematik hocasının Kimya doktorası var, Sudan'lı matematik-bilgisayar-ingilizce hocasi ise Moskova Üniversitesi'nden mezun. İrlandalı ingilizce-tarih hocası ise müdür gibi ağırbaşlı, ve gördüğüm en yavaş konuşan insan. Biraz Mesut Yılmaz gibi. Bazı öğretmenler ise kalifiye olmalarına rağmen çok garipler, anlatmanın imkanı yok, gelip görüp, tanışmak gerek. Biri yukarıdaki musevi kütüphane-ingilizce hocası, bir diğeri de Iranlı birinden boşanmış amerikalı ingilizce hocası. Bir diğeri Kanada'lı ingilizce hocası. Bunun yanında çok tatlı Kanadalı bir çift var, biri hint, diğeri japon asıllı. Ve Julia var ki, o da musevi ve şu an iyi anlaştığım insanlardan. Aslında Amerikalı ve anladığım kadarıyla Ivy Ligi'deki üniversiteler kadar kaliteli bir amerikan koleji dediği Vassar mezunu.

Sırada Chaabi gecesi'nden izlenimlerimi yazacağım.

Friday, August 25, 2006

Turkey have never been colonised but still...

I had some very interesting experiences at Akhawayn today. The following conversations and discussions took place during the orientation programme organised for new faculty members.

After the introduction of Akhawayn University's organisational chart, which was presented by a fluent English speaker Moroccan lady(the tallest Moroccon lady I have met so far but don't worry shorter than me or my sister Bilge), the geography and history of Morocco was explained by an American. I would certainly prefer to hear Moroccon history from a local professor and the AUI organisation from an American.


Anyways, the most striking of all was a Moroccan professor who said he was teaching his students to think like an American because "like it or not", he said, "USA is currently the most powerful nation in the world". I should perhaps, explain what this Moroccan professor meant by saying "American way of thinking" a bit more.
According to this professor, this, so-called "American-way-of-thinking" includes students expressing themselves explicitly and clearly. He said the students can not express themselves clearly because of the verbal cultural tradition of Morocco and should be tolerated by the new faculty until they get used to American way of thinking.

I beg your pardon?! I was taught all educated people should express themselves clearly, in writing or in spoken language! If moroccon youth can't, that is not a cultural characteristic of your nation but simply shows that you have uneducated youth. And educated people on this planet are not all from North America, if you don't know it. Rumi said it 1000 years ago, "how much you say is how much your listeners understand. ".

I am really sick of this kind of attitude of intellectual people in developing countries (fewer than past but still there are Turkish who fit into this category), that the only way of salvation of their nation is through adapting the values of the technologically developed culture thus emposing their communities that this culture is the sole creator of civilisation.

Come on man, do it for the sake of your country, do it because your people and youth deserve a better education. You have the greatest country with a rich history, and cultural tradition and heritage that US don't have. Do it in your own way, just do not lose your identity by giving false credits to another culture as if they have invented everything.

Lack of education can not be explained as a cultural difference, this is simply finding an excuse for your incompetencies. An inferior person finds excuses, not an equal partner.

Sunday, August 20, 2006

Danone değil Sütaş

Pekela; iki haftanın sonunda, özlediğim ilk şey Yoğurt oldu. Şu an bir kase yoğurt olsa da yesem modundayım. Ifrane'da da, Fez'deki Carrefour'da da yoğurt satılmıyordu. Satılıyor ama meyveli yoğurt, onu da severim ama yemeğin yanında değil, abur cabur olarak.

6 ayı aşkın süre boyunca Türkiye'de kanatlı hayvan ürünü yemedikten sonra, artık kahvaltılarda yumurta giriyor mideme. Eh, yumurta olunca tavada, lazım yanında maret sucuk. O da yok malesef. Salam var, ama sucukları bir garip, pembemsi bir şey. Yemedim ama pek güzel gözükmüyor, çiğ kıymaya benziyor.

Saturday, August 19, 2006

My first trip to Fez

Katrine, AIS headmistress, woke me up at 5 to 10 am, and asked if I'd fancy going to Fez. A quick a shower, dressing up; and I was ready in 15 minutes. The team were consisted of 5 teachers, four ladies from North America, and me. Mary Ann (from Canada), Jullia, Michelle, Katrine and I got into Katrine's small Fiat Uno, and reached Fez in an hour or so.

I bought a pack of candy on the way to have something in my stomach, since I didn't have time for breakfast. When the lunch time came, we entered a restaurant with a terrace, and I ordered tagine with beef. I was expecting more meat in the dish indeed, but it was full of boiled vegetables, and some meat in it. It was delicious, tough.

We visited a synagogue and the Jewish area of the city with the help of an official guide, to whom we paid 10 Dh per person. The imperial palace, and the narrow streets of Fez were most striking. The shops, and people on these narrow streets reminded me Eminönü area in Istanbul. The streets in Fez are much narrower here, I must say. Then we finished the day by visiting a huge mall out of the city, identical to Carrefour in Turkey, called Marge.

Here, ı want to share two very interesting conversations I had with the teachers in the group:

1) Katrine: Marry Ann says Muslim women do not go to paradise?

S: Of course, they do. (That's rubbish; why would they believe in a religion, which does not accept them in Heaven.. ) Anyone, who believes the God is the one and only One, and Mohammed is one of His prophets goes to paradise; Muslim, Christian or Jewish. (That I was explaining was shahada in its simplest form indeed, proper English translation is as follows: "I bear witness that there is no deity (none truely to be worshipped) but, Allah, and I bear witness that Mohammad is the messenger of Allah")

Katrine: Does even a bad person go paradise?

S: Yes, but the bad person has to visit the place with fire to clean off his sins first. (For some reason, I didn't want to use the word Hell, perhaps because I believe "Hell" is the worst of all places with fire, the ultimate residence of non-belivers).

2) Jullia: Do women in Turkey dress like these (pointing a woman in hijab, covering all her body, including her eyes)?

S: That is very extreme. Women in Turkey generally wear a moderate type of hijab.(I, here pointed a woman with a head scarf).

Julia: Can women in Turkey wear clothes that show their shoulders?

S: There are conservative areas across Anatolia, but in cities, you can see women in mini skirts and in all kinds of clothes.

J: That is like Jewish scarf, showing some part of the hair.

S:Yes, if you say so.

I can't say I was offended with the questions of my colleagues, since amongst my trip mates, only Katrine previously visited Turkey, and indeed her cousin is still teaching in Ankara at Bilkent University.

Thursday, August 17, 2006

Aptallık Ömür Boyu ve Bu Senin 'Şon Sanşın'

Yorumları ile beyinlere kal getiren Deniz Bay-Kal Bey, sanki benim buraya geldiğimi duymuş, 'Fas'a benzeriz' diye uyarmış. İran, Afganistan'a ne oldu, Fas da nereden çıktı?

Baykal uyuşuk beyinlere sesleniyor; korkutma politasına devam ediyor; eh tutarsa. Tutmazsa;

"Türkiye'nin Fas'a benzemesinden endişe duyduğunu ifade eden CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 2007'deki seçimlerinin önemini 'Belki de son şansımız!' sözleriyle vurguluyor".

Bu gerçekten de senin ŞON SANŞIN olacak.

(Sözün sahibi Çizmeci'ye selamlar).

http://www.milliyet.com.tr/2006/08/14/siyaset/asiy.html

Milliyet'ten Taha Akyol, Baykal'ı cevaplıyor; neden Fas'a dönmeyiz (sanki geçmişte Fas gibiydik); ya da benzemeyiz (gelecekte Fas gibi olamayız) ?

"Ülkelerin yaşadıkları tarih, o tarihin oluşturduğu hafıza, kurumlar, tecrübeler, ekonomik yapı, eğitim, sosyal ve kültürel çeşitlilik... Bunlar hiç önemli değil!

...Halbuki hayat bu kadar basit mi? 'Siyaset' toplumları bir kalıptan başka bir kalıba dökebilir mi? Yoksa toplumsal dinamikler siyaseti de mi dönüştürür?Sosyal bilimlerin hayati konuları...Baykal bunlara bakmıyor. Sosyal demokrat Prof. Burhan Şenatalar "Türkiye'yi Fas ya da İran gibi ülkelerle karşılaştırmak yüzeysel bir yaklaşımdır" diyor, Türkiye'de gerçek bir sosyal demokrat partinin olmayışının yarattığı sorunları hatırlatıyor.Liberal Prof. Üstün Ergüder de Baykal'ın sözlerini "çok âfâki" buluyor.

...Fas'ta okuryazarlığı olmayan kadın oranı yüzde 67, Türkiye'de yüzde 23. Bu oran erkekler için Fas'ta yüzde 41, Türkiye'de yüzde 8.Türkiye, ekonomik gelişme düzeyi ve piyasa ekonomisi sayesinde, dış ticaret, turizm ve sermaye hareketleri toplamı olarak, dünya ile yılda yaklaşık 250 milyar dolarlık iş hacmine sahiptir, 'dünyalı' bir ülkedir! Güçlü bir orta sınıf gelişmektedir.Bu sosyolojik yapı elbette zihinleri ve duyguları etkiliyor, liberal değerler gelişiyor. Onun için Türkiye'de dindar çevrelerin de İslam anlayışı yeni yorumlara yöneliktir.Bu değişim dinamikleri sebebiyledir ki, ne inançlar ne de resmi ideoloji anlamında Türkiye artık "tek fikirli" olamaz, olmayacaktır.Fas'ta ise milli gelir Türkiye'nin beşte biri kadar olduğuna göre, diğer ölçekleri de aynı oranda düşünebiliriz. Evet, Fas'ta çok sayıda parti var ama hükümeti onlar kurmuyor! Mahalli yöneticileri seçme yetkisini yeni elde ettiler.Birçok Afrika ve Ortadoğu ülkesinde, sosyolojik dinamiklerin zayıflığı yüzünden hâlâ aşiret yapısının izleri güçlüdür, demokrasi tecrübesi ve kanunların modernliği bizim İkinci Meşrutiyet dönemi aşamasındadır; bunu iktisat tarihçisi Charles Issawi de belirtir.Türkiye'de "çok yüzeysel" benzetmelerle irtica korkutmaları yapmak artık çok eskimiş bir taktiktir. "

http://www.milliyet.com.tr/2006/08/17/yazar/akyol.html

Birileri bu siteyi gerçekten okuyor.

Gerçekten ilginç; sanki birileri beni okumakla kalmıyor, yazdıklarıma göre hareket ediyor. Geçen hafta Boğaziçi ile Akhawayn arasında en önemli farktan bahsederken, Akhawayn'de kampüsün merkezinde bir camii olmasını, bunun Boğaziçi'nde tarihi sebepler dolayısyla düşünülemez olduğunu söylemiştim; yanılmışım efendim. Son gelen bir habere göre Boğaziçi'nde bu bile tartışılabilirmiş.

http://arsiv.sabah.com.tr/2006/08/17/gnd114.html

Boğaziçi University Reunion Association, kısa adıyla BURA, yıllardır tek mezunlar derneği olarak Boğaziçi geleneğinde saygın bir yere sahip BÜMED'e rakip olarak kurulmuş, nispeten dindar mezunların destekledikleri bir alternatif mezunlar derneği imiş. Sabah'ta çıkan habere göre, Güney kampüse bir cami yapılmasını arzu ediyorlarmış. Güney kampüs'e ek bina inşa etmek yasak (sit alanı) olmasına rağmen, Üstün Ergüder zamanında bir medya merkezi inşaatı yapılmıştı, dolayısıyla cami yapılmaması için böyle bir bahane kullanılamaz. Ancak Robert Kolej geleneğinin bunu kolaylıkla kabul etmeyeceği açık. Ayrıca iki kampüs arasındaki cami oldukça işlevsel ve yeterli. BURA'nın, mezunların ve öğrencilerin başka ihtiyaçları ve hassasiyetleri üzerine yoğunlaşmasını dilerdim, sansasyonel şekilde "hadi cami yapalım" diye ortaya çıkmaları ancak medyatik bir gösteri gibi görünüyor.


Dip Not: BURA, Sabah'taki haberi tekzip etmiş, tekzip metninin tamamı aşağıdaki adreste, ben haberi yorumladığım için notumu silmiyorum. Ancak tekzip metninin Sabah'ta yayınlanması uzuuuuuuun süre alabilir. BURA Türkiye.
http://www.bura.org.tr/haberler/haberoku.asp?hid=457

Friday, August 11, 2006

Aklımı tutamadım kafatasımda, uçtu uçtu...


"İNGİLİZ KRALİYET AİLESİNDE BİLE
BAYHAN KADAR ASİL BİR İNSAN YOKTUR.
O VAKUR BAKIŞLAR, YÜRÜYÜŞÜNDEKİ KENDİNDEN EMİN İFADE BAŞKA KİMSEDE YOK"
Hıncal Uluç yurtdışına gitmiş, Çin'de insanlar Türk olduğunu öğrenince, Sas, (Hasan Şaş), ya da Hakan Sukur diye seslenmişler. Hmmm; Fas'ta kimse Türk futbolu hakkında bir şey bilmiyor. Hasan ya da Hakan'ı tanıyan birileriyle de tanışmadım, ama bir küçük bir telefon dükkanında Bayhan'ın posterini gördüm. Poster deyince boydan boya bir şey sanmayın, sakızlardan çıkan küçük kağıtlardan, ama olsun Fas'ta gördüğüm ilk ünlü Bayhan oldu. Kendisini şöhretinin buralara kadar ulaşması dolayısıyla kutlarım.

Thursday, August 10, 2006

Al Akhawayn versus Bogazici

Al Akhawayn is a Moroccan university following an American curriculum with English medium of instruction . This is one of the many common points between Al Akhawayn and Boğazici University, however, the most significant difference I could see from my first visit was the role of religion in the university campus. Believe it or not, there is a mosque at the very centre of the university, which of course does not mean all young moroccons pray five times a day, or does not mean they go to mosque with the company of their professors. The important thing, however is that the call to pray is sang 5 times a day at the university campus, which reminds young Moroccans that this is a Moroccan university and they should not ignore their Moroccan roots. This would be unacceptable for Bogazici, considering Cyrus Hamlin, the founder of Robert College was indeed a congregational missionary. RedOne says Akhawayn respects all religions, and there are reserved areas for Christian and Jewish students as well, so they can follow their religious practises. In Boğazici, we respect religions, different customs and beliefs too, but as a Turkish way of doing things, we keep our respect by leaving all religious beliefs and political issues off the campus.
Which one is a better practise do you think?


Well, Al Akhawayn is only 10 years old, and much modern than Boğazici with respect to its facilities, whereas Boğazici with its Robert College tradition is 143 years old and its campus has a historical value. I can easily say, considering its past, Boğazici is more American than Al Akhawayn. However, American influence seems to be stronger at Al Akhawayn today. I think Boğazici has completed its transition of becoming a Turkish University. Turkish became dominant as the official language over English in administration recently, and even the front page of its website is now in Turkish after so many years of welcoming in English .

One other difference is that students are not allowed here to chill out on the grass, I will miss that.

Wednesday, August 09, 2006

Was that a sign? Go RAJA GO.

Back in Istanbul, I was thinking which team I should support in Morocco. I found them doing pre-season training at the field of Akhawayn University. Well, this is Raja, and like it or not I will talk more about them in my later posts.

Raja is a football club from Casablanca. The word itself means "Hope". As RedOne says they are the best. They dominated the national league from 1996 to 2001, that is for 6 consecutive years they were at the top of the league table. Last year they finished the league at 4th position. I am sure they will do much better, after this recent addition to their fans.

Yes, I know it is not Black and White, but Green and White, reminds me Bursaspor. BJK still holds its untouchable and uncomparable place in my heart.

Unfortunately their website has no English translation, and the coach is from France, naturally...

Tuesday, August 08, 2006

Cümle mi, Sözcük mü?

Essalamün aleyküm, bizim unuttuğumuz ama Fas'ta çok geçerli bir kalıp; kısaca Salam derseniz herkes anlıyor.

Kelime dağarcığımı özetlersek,

şehir merkezi = centre ville
banka = baenka
şehir = medina
merhaba = labas
hadi yapalım, gidelim = yallah
maden suyu = elma madeni
çay = atiy
müslüman = mislim
tamam = vakha
kalem = kalem
lütfen = aefak
tuz = milha
şeker = sukker
teşekkürler = şükran
market = marşi ya da süuk
... nerede = fin keyn ...
adım ... = ismi ...
ben ... = ana ...
kola = kola

Sözcükler neler yaşadığımı anlatıyor aslında değil mi? Cümlelere ne gerek var? Önce bankaya gidip para bozdurduğum, oradan yemek yerken tuz istediğim, yanında kola içtiğim, naneli çayı denediğim vs...

Bu arada şunu anladım Fas'ta en geçerli dil Fransızca, Arapça sonra Türkçe...Mesela, bir dükkana girdim, ve bir denemek için kalem dedim, adam tükenmez kalem verdi, şeker dedim toz şeker uzattı, petit dedim, küp şeker aldım...deneye deneye öğreniyorum, oldukça zevkli bi iş...:)

Yukarıda içi kıyma, soğan dolu dürüm, patates kıartması ile birlikte bir kola içtim, ki normalde RedOne beni oraya götürmese asla girmezdim - salaş sözcüğünün hakkını veren bir yer; toplam 18 dirhem ödedim. 3 lira diyebiliriz. Türkiye'den pahalı aldığım tek şey, sigara. 32 dirhem bir paket marlboro lights, 5.5 lira. Ama sigarayı bırakacağıma göre bir sorun yok, hehe...

Ifrane-okul/ev-üniversite

Yaşadığım yer şehrin 3 km. dışında Meknes yolu üzerinde üniversite kampüsünün dışında bir komplex içinde. Ifrane School, diğer bir ifadeyle çalışacağım okul aşağıdaki ikametgahların hemen sağ tarafında, benim apartman ise en solda 3. kat, yani göğe en yakın yerde...

Nereden buldum hatırlamıyorum, şehrin planını bulmuştum. Batı yolu Meknes (ifrane school ve benim mekan), kuzey ise Fez (üniversite) 'e çıkıyor. Üniversite ile benim yaşadığım-çalışacağım yer arasında Ifrane şehri yer alıyor.

Sıkıntı şurada ortaya çıkıyor ki; bir ekmek almak için 15 dakika tempolu yürüyerek marşi'ye gitmek gerekiyor. Shuttle var ama üniversite daha başlamadığı için düzensiz çalışıyor, ayrıca petit taxi'ler de pek ortalarda gözükmüyor. 10 dirhem (1.3 YTL) ücreti var bu küçük taksilerin. Taksimetre mi diye sordunuz, o da ne ola?

Sunday, August 06, 2006

18 saat sonra

İstanbul Yeşilköy Havalanı'na 32kg ve 23 kg. iki büyük bavul, backpack'im ve laptop'umla girdiğimde içimdeki kötü ses cebimden geliyormuş. 30kg.'lık limitin üzerindeki her kg. için 12€ ödemem gerektiğini bilemezdim çünkü tüm şirinliğimi kullanıp görevliyi ikna etmeyi başarırım diye düşünüyordum. Internet sitesinde 6€ olan her ek kg başı ücret 12€ 'mış aslında ve daha da kötüsü görevli kişi bir erkek çıktı, yani şirinlik pek bir işe yaramadı. 15kg. 'a anlaştık ancak yine de sonuç olarak 200€ sadece bagaj için cebimi dönmemek üzere terketti.

Uçak'ta çıkış kapısının yanındaki sıraya oturarak koltuğumu arkaya yatıramayacağımı ancak Yunanistan üzerinde öğrendim, o zamana kadar koltuğun ellemediğim, kurcalamadığım yeri kalmamıştı halbuki. Tek tesellim cam kenarına oturmak olduğunu düşünüyordum ki, yolculuğun 2. saatinde bacaklarımın kafama kadar yaklaşması bir başka acı verici tecrübe oldu. Neyse dedik, sabır edelim. Yanıma Lübnan'daki savaştan kaçan birinin oturmasıyla sabr sözcüğü bir başka anlam kazandı. Kendisi Gine'de çalışan bu 45 yaşındaki amca, ailesini arkasında bırakarak Lübnan'ı terkediyordu. Eh, Lübnan'dan Gine'ye direkt uçuş mu yoktu, vardı da, havaalanı yoktu artık, dedi kendisi...

Uçakta Tekfen için Fas'ta inşaat yapan bir Türk ile; Benin'e okul açmaya giden iki Türk ve ailesiyle tanıştım. Kazakistan'da 10 sene kaldıktan sonra Benin'e Fas üzerinden aktarmalı gideceklerdi bu hayran olmamanın mümkün olmadığı iki Türk. Benin nerede mi? Bilmiyorum, ama Afrika'nın batı çıkıntısındaymış. Eh, sizi ziyarete gelirim dedim ki, meğer Fas'tan 8 saat daha güneydeymiş, şimdilik kalsın o zaman. Siz bana dua edin en iyisi deyip pilot'un arapça-fransıca-ingilizce anonsunun ancak son kısmını anladığım için sıkışık koltuğuma herkesten geç döndüm.

Endişe ediyorum, çünkü uçak bir saat rötar yaptı, ancak elinde "al-akhawayn University" kartıyla beni bekleyen isminin Muhammed olduğunu öğrendiğim chauffer'imi görünce rahatladım. Eh, arkadaş malesef ingilizce bilmiyordu, ve 3.5 saat yol boyunca beden dilinin ne kadar işe yaradığını keşfettim. Beden dilinde "kaç yaşındasın" nasıl denir (gösterilir) bunu bile becerdim.

Salon'un fotoğrafı yukarıda, ek olarak iki tek kişilik yatağın birleştirilmesiyle oluşturulmuş double yatağım, ve bir tuvalet-banyom var. Gördüğünüz üzere mutfak salonda...Sıcak suyum var, hatta ve hatta merkezi ısıtma bile var, ve Redouane (apartman yöneticisi - benim yaşlarımda ve ingilizcesi çok iyi) 'ın dediğine göre kışları yeterli oluyormuş, pencereler en dışarıda bir tahta kapımsı, ortada bir kaymalı cam, ve en içeride bir başka cam ile üç şekilde korunuyor. temiz hava almak için camları açmak zahmetli görünüyor ama aynı zamanda soğuğa karşı oldukça iyi düşünülmüş gibi duruyor. Bakacağız, daha 3 ay var karlı günlere...

Bilge gerçekten dediğin gibi çıktı; bana bırakılan paketin içinden çıkan sabun, kalıp haline getirilmiş arap sabunuydu... :)

Sırada ilk alışveriş maceralarım gelecek, bir iki saat sonra yazarım.

Friday, August 04, 2006

18 saat kala...

Son 25 gun kadar yoğun başka bir devre olmadı hayatımda. Üç hafta boyunca, iki gun hariç bir seferde üç saatten fazla uyumadım, ortalama uyku surem gun basina 5 sati gecmedi. Master tezim yine de bitmedi...Buyuk hayal karaklığı...Bloody Hell...

Fas'a gidişime 18 saat kala, ilk günlerimi gezerek değil de tez proofreading'yle geçireceğime inanamıyorum.

Arabamın satışı, taşınma ayrı dertler olarak sabır ölçeğimi yukarılara çeken olaylar oldu, ama Allah'a şükür dayanıklılık konusunda ilk dakikadan gol yemedim. Yarın havaalanında ne olacak bilmiyorum. Göz lenslerimin bir metre uzaklıktan enini tamamen göremedikleri büyüklükte iki bavul, backpack (50lt.), laptop, fotograf makinesi...

Akhawayn'den geliş saatimi öğrenmek için email atan müdür sekreterinden başka haber çıkmadı, ve ben Kazablanka havaalınında "Fransız I - Havaalanında nasıl kayıp olunmaz"?, başlıklı dersi almaya hazırlanabilirim, What a lovely day to learn French....

Yarin akşam lojmanıma yerleştiğimde beni beklemesini istediğim tek şey INTERNET, sıcak duşta fena olmaz yani, ama lütfen elektrikler olsun, ve evin üstü kapalı olsun. :) beklentilerimi ancak bu kadar düşürebilirim, bunlar olmazsa Ekim'de TR'de görüşeceğiz demektir. Şimdilik that's all yane, Hoşçakal Türkiye...

Monday, July 17, 2006

"Therefore, we are going away to be Kings..."

A short story from Kipling,

Carnehan continued: 'The country isn't half worked out because they that governs it won't let you touch it. They spend all their blessed time in governing it, and you can't lift a spade, nor chip a rock, nor look for oil, nor anything like that, without all the Government saying, "Leave it alone, and let us govern." Therefore, such as it is, we will let it alone, and go away to some other place where a man isn't crowded and can come to his own. We are not little men, and there is nothing that we are afraid of..."

So they headad their way "...to a mountainous country [Kafiristan], and the women of those parts are very beautiful."

"...we will show him [the king] how to drill men; for that we know better than anything else. Then we will subvert that King and seize his Throne and establish a Dy-nasty.'

Things went good for a while, they even became the God of Kafiristan, however didn't end up like they were expecting.

"The priests will have sent runners to the villages to say that you are only men. Why didn't you stick on as Gods till things was more settled? I'm a dead man," says Billy Fish, and he throws himself down on the snow and begins to pray to his Gods. "...

There is also a movie with the same name, featuring Sean Connery and Micheal Caine. The movie was shot in Morocco, and the end scene includes an acknowledgement of the support of the Moroccon King Hassan II.
The End

Friday, June 30, 2006

Arabic language sounds nice only when it is spoken slowly.

Arapça yavaş ve ahenkli konuşulduğu zaman dinlemesi rahat ve belki Kur'an'ın da dili olması sebebiyle huzur verici. Aynı şeyi İngilizce için de düşünürdüm. Macbeth'ten sesli pasajlar okumaktan zevk aldığımı hatırlıyorum. Arapça'nın da Ingilizce gibi bir çok aksanı var. Arapça'nı otoritesi kim bilmiyorum ama İngilizce'yi Kraliçe dışında doğru konuşabilen yok denir. Hatta derler ki, "Most widely spoken English is bad English".

Fas'lılar ise Fransizca, Berberce ve Arapça karışımı bir dil konuşuyorlar. Herhalde günlük ihtiyaçlarımı karşılayacak düzey ötesinde dünyada sadece 40 milyon insanın konuştuğu bu dili öğrenmek zaman kaybı olacak. O yüzden Fransızca'ya odaklanmaya karar verdim. Başarabilirsem, yakında buraya Fransızca notlar da yazmayı istiyorum.

Here is a a short photo-presentation on Morocco. If anyone has any information about the man singing in this slide show, please let me know. I really liked this melody.



And this one is a cool arabic music video, Her name is Samira Said, (pronounced Sahid), and she just won the Best International Music Award. (Thanks Amanda for info)

Monday, June 26, 2006

It is nothing to do with Ingrid.


My students will remember me referring to Ingrid Bergman's beauty during my lecture "The Rules of Beauty" in Ratio-Proportion Unit.

Yes, I know. I am a bloody good Maths teacher, who can explain "Golden Ratio" on the face of Ingrid Bergman.

But where the heck is this Ifrane? No, it is not close to Casablanca, Ingrid Bergman had probably never been there and she is not the reason I am going to Morocco.

Those, who have even a limited knowledge of geography will know where the Morocco is. It is the country at the very west of the continent Africa, thus called Magreb, which literally means the country at west. Well, Ifrane is located in the Mid-Atlas mountains, and believe it or not, the lowest temperature in Africa with minus 23 degrees Celcius was recorded in Ifrane City.


Thursday, June 08, 2006

neler okuyorum.

Fas üzerine daha fazla bilgi edinmeye çalıştıkça daha az sevmeye başladım. O yüzden daha fazla araştırmamaya karar verdim. Okuduklarım, duyduklarım %90 olumlu ama olumsuzluklar benim obsesif kişiliğimde endişeler oluşturuyor.

Zaten bu yüzden gitmiyor muyum? Belki daha iyi bir Sencer olarak dönebilirim; daha az takıntılı, ve hayatı daha sakin değerlendirebilen. Kararlılığı artmış, iradesi daha güçlü, duygusallıktan uzaklaşmış olarak.

Geçen hafta Ann Carole'un Fas'lı ama Fransa'da yaşayan Nadya adındaki kabus arkadaşıyla tanıştım. Gerçekten rahatsız edici bir insan olduğunu düşünüyorum, sürekli iğneleyici ve şikayetçiydi. Burada anlatamayacağım bir iki olay daha oldu ki; Hakam ve Siham gibi iki harika Fas'lı tanımama rağmen neşemin eskisi gibi olmadığını söyleyebilirim.
Bu arada Siham yazın Türkiye'ye gelmeyi düşünüyor, o bana orada rehberlik yapmadan galiba ben ona Olympos'u göstereceğim.

Okuduklarıma gelince,
Lonely Planet ve DH'in rehber kitapları ile, yine LP'den moroccon food, fransızca ve fas arapça'sı phrasebook'ları elimde sürekli. Ayrıca Bernard Lewis'in Arap kültürü kitabı var, bu yahudi asıllı yazar'ın "Modern Türkiye'nin Doğuşu" adlı kitabın da yazarı olduğunu biliyor olabilirsiniz, ve faal olarak devam ettiğim Amin Malouf'un Balthasar's Odyssey var.
Ayrıca kendisinden haz etmememe ve müziğinden hoşlanmamama rağmen Tarkan vb. popüler Türk reggea'si diyebileceğim tarz müzikleri topluyorum yanımda götürmek için.

Monday, May 08, 2006

Son durum MEF ve Hayatim hk.da...

Götüremeyeceğim eşyalarımı satmaya devam ediyorum; bilgisayarım, AE-1 slr makinem, Peugout 206 arabam...Gemileri yıkıp gidiyorum, Tarık Bin Ziyad'ı hatırlamamak elde değil. Bu arada celeron 2 desktop'umu ve yaklaşık 200 filmlik kolleksiyonumu Hakam'a 350$ 'a satmış olmam da ilginç oldu.

Bilet rezervasyonumu yaptırdım. 335€ RAM ile direkt kazablanka'ya uuyorum 5 ağustos'ta. 1 ay sonrasına dönüş olmak üzere gidiş-dönüş aldım ancak dönüşü kullanmayacağım, bu şekilde daha ucuz oluyor. Umarım no show olduğum için ek bir ücret istemezler, zaten kredi kartımı kapattıracağım için çekebileceklerini de sanmıyorum.

MEF'ten haberler:
Jolly ve Becks Londra'ya dönüyor, galiba en sonunda beraber...

Lawrence, Shlomit, Hjaer, Angelic, diğer ayrılanlar okuldan...ve Crumpy tabii ki...Bu üzücü olacak...

MEF dersanelerini kapatıyor. Arıkan saçma sapan sebepler sıraladıktan sonra baklayı ağzından çıkardı: MEF University kurulacak, para lazım..

Sunday, March 19, 2006

Ilk Fas'lı arkadaşlarım.

Ilk tanıdığım Fas'lı Hakam tabiiki. Hakam MEFIS'te İngilizce öğretmeni olarak görev yapıyor. Bir Türk'le evli ve çok tatlı bir kızı var. Kızıyla anadilinde değil de, İngilizce konuşmak zorunda olması bana garip geliyor. Yine de Türkiye'de kendi kültüründen uzakta mutlu görünüyor.

Bu arada www.mylanguageexchange.com adlı site vasıtasıyla iki Fas'lı arkadaşım oldu. İkisi de son derece arkadaş canlısı ve sohbetkar. Reda, geçen yaz Türkiye'ye gelmiş, ve dilimizi öğrenmek istiyor. Siham'dan ise ifrane hakkında bir çok bilgi edindim. Kendisi benim ilk Fas'lı chat arkadaşım oldu.

ICQ'nun modası geçtiğinden beri doğru düzgün online muhabbet etmediğimden, şu "msn" denilen icadın uluslararası yararlı yönleri de olduğunu ancak anlayabildim.

Monday, March 13, 2006

türk olmak

İş başvurularından bahsederken Türk vatandaşı olmanın olumsuzluklarından bahsetmiştim. Durumun o kadar da vahim olmadığını söyleyebilirim. Al Akhawayn ile anlaştıktan sonra, başvurumla ilgilenen okullar oldu.

Red Cross Nordic United World College, (Norveç)
American Community Schools, England, (İngiltere).
Utahloy International School, (Çin).
American School of Pachuca, (Meksika).
International School of Brunei, (Brunei Krallığı)
Adını hatırlamadığım bir okul, (Dominik Cumhuriyeti).
British International College,(Kolombiya) (Bölüm Başkanlığı posizyonu)

Ayrıca bugün öğrendiğime Fas, Türk vatandaşlarına vize uygulamıyor. Çalışma izni oraya gidince okul tarafından halledilecek...İyi haber...

Saturday, March 11, 2006

sözleşme

İki ya da üç karşılıklı email gidip geldi, ve sonunda bana resmi bir iş teklifi yapıldı. Bir hafta sonra resmi bir kağıdı imzalamam için gönderdiler. Ancak resmi sözleşme henüz üniversiteden gönderilmedi.
Müdirem Katrine Watkins benimle bir mülakat yapmadığı gibi, John'dan öğrendiğime göre onunla bir referans kontrolü de yapmamış. Sanıyorum tüm o gönderdiğim belgeler yeterli geldi. John'da çok takmamamı, kontrat güvenilir geldiyse, gitmemi öneriyor, ben de aynı şekilde umuyorum.
Kontratım bir senelik ve Ağustos 20'den önce Fas'ta olmamı istiyorlar. Lojmana Ağustos'tan itibaren yerleşebileceğimi öğrendim. Uçak gidiş-dönüş bir bilet bana geri ödenecek ancak çalışma vizesi konusunun ne olacağından haberim yok.
Şu an için gideceğimden, ailem, yakın arkadaşlarım ve okuldan Hakam,Tory,Maria hariç kimsenin haberi yok, sanırım bir 10-15 gün daha bekleyeceğim.
Yani şu an için beklemedeyim...Arapça öğrenmeliyim...

Al Akhawayn School of Ifrane


Al Akhawayn, aslında bir üniversite. Robert Kolej'in kuruluşu gibi Amerika'lılar ve Fas Kralı ortak bu üniversiteyi kuruyorlar. Sözcük manası "iki kardeş" demekmiş. Üniversitenin akademik kadrosu ağırlıklı olarak Amerika ve Fas'lilardan oluşuyor ve buraya gelen yabancı kadronun çocukları için, ayni IICS'in kurulması gibi Ifrane School kuruluyor. Sonra okulun adı, üniversite'yle ilişkisi daha belirgin olsun diye, Al Akhawayn School of Ifrane olarak değiştiriliyor.

Çalışacağım okulun üniversite kampüsü'ne 6km uzaklıkta, lojmanların hemen yanında olduğunu duydum.

Toplam 80 öğrenci öğretim görüyor, ve yıllar boyunca çoğunluk Fas'li öğrencilerden oluşmaya başlamış. Ortaokul matematik ile beraber fen derslerine de girmem planlanmış, son dakikada bir değişiklik olmazsa tabii. 20 + 3 saat ekstra aktivitelik bir ders yüküm olacak, ilginç olan şey 7 ve 8. siniflar ayni derslikte öğrenim görecekler, çünkü sayıları çok azmış.

Sırada sözleşme şartlardan bahsedeceğim...

Ön Bilgi

Yurtdışında iş aramak zahmetli, iş bulmak ise zor. Ana dili ingilizce olmayan biri için daha da zor, bir Türk vatandaşı için çok daha zor.

Yaklaşık 4 ay boyunca Birleşik Krallık'ta sayısız devlet ve bağımsız okula başvurdum. Ocak ayı gibi hiçbirinden olumlu sonuç çıkmayınca, Avrupa'da uluslararası okullara başvurayım dedim. Ondan da sonuç çıkmayınca artık farklı yerleri de denemeye başladım.

İlgilenenler için belirli başlı iş siteleri:
http://www.tieonline.com
http://www.tesjobs.co.uk
http://www.cois.org
http://www.isc.co.uk/
http://www.bluewaveinternational.com

Tabii ki başvuru yollarken, cover letter, CV, performans değerlendirme sonuçlarım, referans mektuplarımı da içeren yaklaşık 1.5 ila 3.5 MB arasında değişen büyüklüklerde emaillerden bahsediyorum.

Ve Fas'ta Al Akhawayn School of Ifrane ile anlaştım.

Bugün İngiltere'den ACS okulu müdiresi ile bir mülakat yaptım, okul harika ve çok itibarlı bir amerikan okulu ama ön sözleşmeyi imzaladıktan sonra sözümden dönmeyi düşünmüyorum.

Velhasıl seneye kismet ise Fas'ta olacağım.